Parisli Kezban Almanya'da (Europa Park'a Gidiş)

Merhaba,
Perşembe günü Fransa'da Hz. İsa'nın göğe yükselmesi (Ascension diyorlar) sebebiyle tatildi. Eşim de iki haftada bir cuma günleri alma hakkının olduğu tatili alarak güzel bir tatil köprüsü yaptı. Böylece bize de Europa Park'a gitme fırsatı doğdu. Lyon'daki nadir sayıdaki arkadaşlarımızdan; Manu'yü de alarak öncelikle kayınbiraderimin kaldığı Nancy'e doğru yola çıktık.

 Arabayla yaklaşık dört saat süren yolculuğumuz da en çok dikkatimi çeken şey vahşi  hayvanlar için de köprü yapmış olmalarıydı. Otoyolda hayvancıklar telef olmasınlar, diye; hayvan köprüsü yapmışlar adamlar. Yani zaten doğanın içinden yol geçiriyoruz bari hareket etme özgürlüklerini de tamamen ellerinden almayalım, diye; düşündükleri şeye bakın.

Ayrıca ne zamandır size göstermek istediğim böyle de bir şey var. İlk gördüğümde çığlık atmıştım. Arabanın içinde yapılmaması gereken bir şey; ama çok heyecanlanmıştım böyle sorumlu bir davranışı görünce. Dikkat Geyik Çıkabilir tabelası. Hehe ayrıca Türkiye'de olsa çok geyik dönerdi bu tabelaların üstünden:)

Ucube ucube heykeller de vardı böyle. Heykel deyince artık aklıma ucube sıfatı gelir olmuş, çok yazık.

Bir de rüzgar gülleri vardı yolumuzun üzerinde. İkinci defa buradan geçtiğimiz ve insanın gözüne hayvan köprüsünden daha çok görünür olduğu için fark etmiştim bunları önceden. Yine de bir kaç fotoğraf çekmeden edemedim. Fransa'nın pek çok yerinde rüzgar enerjisinden faydalandıkları bir gerçek.
      Bir gün evde kardeş özlemi giderip, dinlendikten ve de

 mangal yaptıktan sonra ertesi gün Almanya'ya Europa Park'a doğru yola çıktık. Ben yolda biraz gergindim; çünkü kimliğimi yani kalıcı vizemi yanıma almayı unutmuşum. Bir tek tarihi geçmiş Fransız ehliyetim vardı. Yol boyunca yusuf sağolsun bir dakika adrenalin eksik olmadı (yusuf yusuf). Ya sınırdan geçerken durdururlarsa, kimlik sorarlarsa diye içim içimi yedi. 

Tam sınırda bir trafik, bir araba kuyruğu görünce aha, dedim bittim ben! Kimlik soruyorlar, olmayınca da artık eşimin sinirlenmesi mi, yoksa parka gidememek mi, yoksa daha kötü ne olabilir diye düşünürken, gördüm ki meğerse Ren Nehri'ni araba vapuru ile geçiriyorlarmış. Nedenini bilmiyorum, zaten çok da saçma geldi. Üzerinde Fransız Bayrağı olan bir vapur bi' oraya, bi' buraya yüzüp duruyor. Kimsenin üzerinde de nakit para olmadığından, bu sefer yusuf sırası eşimdeydi. Ya kart geçmiyorsa, ya öyleyse ya böyleyse diye. Neyse ki vapur da ücretsizdi. Rhein Nehri'ni geçtikten bir dakika içerisinde de Willkommen in Deutchland yazısını görüyorsunuz, başka da bir şey yok, ağaçlardan ottan böcekten başka. Ne bir polis, ne bir kontrol noktası. İspanya'ya giderken bir nokta vardı en azından, kontrol yoktu ama...

      Birinci Dünya Savaşı'nın esas nedenlerinden olan Alsace Bölgesi'nden Almanya'ya geçerken tek bir bekçi bile görememek bana pek tuhaf geldi. Bu arada Alsace (Alsas) Fransa'ya dahil olmasına rağmen kullandıkları dil olan Alsasça Fransızca'dan ziyade Almanca'ya daha yakın. Yer isimleri Almanca neredeyse. Uzuuun uzuun kelimeler, stadt'lar. Alman mimarisi, evlerin çatıları bile Alsace deyince bir anda değişti, dik dik oldu. Ayrıca bu küçük köyler pek de tatlıydı. Evlerin hepsi rengarenkti. Her taraftan bir dere geçiyordu.

Her yer çiçek, ağaç desen zaten her yer yemyeşildi. Zaten 400-450 kmlik yolculuğumuz sırasında kel bırakılmış bir tek arazi görmedim. Hadi tarlalar var evet ama; aynı zamanda her yer orman. Tuhaf bir duygu durumu evet. Etrafımızdaki kocaman üzüm bağlarını görünce de pek şaşırdım. Halbuki buraların şarabı da pek meşhur bizim buralarda. Şaşırmamam lazımdı; ama güneş yok, bir şey yok nasıl oluyor bu iş demeden de edemedim. Bir de Amerika'daki Özgürlük Heykeli'nin Fransa'nın bir armağanı olduğunu biliyordum; ama hemen yanından geçtiğimiz Colmar'da yapıldığını da bilmiyordum. Pek verimli, bilgi dolu bir yolculuğun ardından dünyadaki sayılı önemli eğlence parklarından olan Europa Park maceramız da gelecek yazımızın konusu olsun herkese iyi pazarlar.
 01/06/2014,  Lyon

Yorumlar

Popüler Yayınlar